Köyümüz, Afyonkarahisar’a 50 Km mesafede ilimizin en güzel mesire yerlerinden biridir.

1300 Rakımda yer alan köyümüzde geçim kaynakları olarak hayvancılık, tarım ve meyvecilik sayılabilir. 1960 yıllarda sanayi hamlesi dolayısıyla büyük illere göç veren köyümüzde yaşayan nüfus oldukça azalmıştır. 2000 yılında TEMA Vakfı’nın Onursal Başkanı ve Borusan Grubu Kurucusu Asım Kocabıyık’ın desteğiyle yürüttüğü kırsal kalkınma projesiyle, köyümüzde erozyon tehdidi giderildi, tarımsal verimlilik %50’ye varan oranlarda artırıldı. 12 yıl süren ve toplam 2.3 milyon TL’lik yatırım yapılan projede bir gölet, 2 km drenaj, 12 km sulama kanalı, 18 km yol, binlerce ağaç dikimi ve köyün alt yapı inşaatları gerçekleştirildi. 1997’de 360’a kadar gerileyen köy nüfusu proje bitiminde dönemsel konaklamalar da dahil olmak üzere 1600’e yükseldi. Kurulan Asım Kocabıyık Çiftçi Eğitim Merkezi’nde 600 çiftçiye eğitim verildi.

2004 yılında, Tema projeleri ile kalmayan köylümüz kendi imkanları ile, Köyden uzaklaşan genç nesile köyümüzü sevdirmek ve unutulan kültürümüzü yeniden yaşatmak amacı ile Katmer Şenliği düzenlenmektedir. Sponsorluğunu Borusan ve köylülerimizin yaptığı şenliğimizin…

Tarihçe

Sinanpaşa ve Tazlar çevresinde yapmış olduğumuz, çevre incelemesine göre, M.Ö. 3000’li yıllardan yani Eski Tunç Çağı’ndan itibaren günümüze kadar aralıksız, beş bin yıllık bir yaşantının olduğu anlaşılmıştır. Beldenin değişik yerlerinde, değişik zamanlarda insanlar yaşamıştır.

Yapılan incelememize göre, Tazlar ve çevresi, beş bin yıllık tarihi için­de en varlıklı, en gelişkin dönemini, belde olduğu bu dönemde yaşamakta­dır. İbik Dede Tepesi’nin çevresindeki ana yerleşim, bugünkü beldenin doğu, kuzey ve batı yöndeki düz alanlara doğru genişlemiş, modern kent özelliğinde, geniş alana yayılacak kadar gelişmiş, varlıklaşmış ve kalabalıklaşmıştır.

Demiryolu yapılırken açılan yarmanın bulunduğu Topraklık mevkii dinilen yerde, beş bin yıl önce, Maden Çağı’nın başladığı, Eski Tunç Çağı’nda yerleşmenin olduğu görülmektedir. Demiryolu yapılırken, bu yerleşim ortadan ikiye bölünmüş olup, yarmanın her iki yanında doğal bir yükselti üzerinde, düz, yerleşim özelliğinde, geniş alanı kaplayan bir yerler bulunmaktadır. Bu yerleşime ait pişmiş topraktan kap parçaları yoğun olarak görülmektedir. Ayrıca günümüzde döven dişi dediğimiz çakmak taşlarından parçaların olması, eskiden beri tarımla uğraşıldığını göstermek­tedir. Eski Tunç Çağı’na ait bir başka yerleşim yeri de, bugün hâlâ pınarla­rın bulunduğu Kayganlı mevkii denilen yerde, iki dere yatağı arasında, eğimli bir alanda, kuzeye doğru uzantılı, yaklaşık 200 m uzunlukta. 30 m genişlikte. 4–5 m yükseklikte, hafif yükseltili bir höyükte görülmüştür. Her iki yerleşim yerinde bulunan pişmiş toprak kap parçalarının kaliteli olmala­rı nedeniyle diyebiliriz ki, her iki yerleşim yeri de, Eski Tunç Çağı’nda önemli birer merkez konumundadır. Yine Hala köyü mevkiindeki höyük denilen tepe üzerinde, bu çağa ait pişmiş toprak kap parçaları bulunmuş ise de bir görüş belirtecek kadar yoğunlukta bulunamamıştır. Höyük olarak adlandırılan bu tepe, doğal tepe de olabilir.

Eski Tunç Çağını takip eden Erken Hitit Dönemi’nde, yalnızca Kayganlı mevkiindeki höyükte yaşantının olabileceğine dair izler bulunmuştur. M.Ö.1 bin yıl hakkında fazla bir şey söylemek mümkün olmuyorsa da, yakındaki Gezler köyü kalesinin Hitit Dönemi’nde yapıldığı bilinmektedir.

M.O. 1. bin yılı ortalarına doğru Frigler’in yaşadığına dair, bazı izler görülmektedir. 32 inlerin karşısındaki kayalık içinde küçük Frig yerleşimi olduğu izlenimi veren yerleşim yeri dikkat çekmektedir. Ayrıca Gölpınarı mevkiindeki mezar odalarının üçgen çatılı Frig tipi mezarların olması. Dokunun Çayırın güney batısındaki kaya üzerinde Frig tanrıçası Kübele sunağını andırır, nişin olması ve en önemlisi Kızılca İn Kayası Frigler’in ana tanrıçası bereketin, bolluğun, kısacası analığın simgesidir. Doğanın kendisidir, dağ ve tepedir. İnsanlar onu dağda, zirvede ve dağın içinde ararlar. Karahisar Kalesi, Sarıkız Tepesi, böyle bir dağdır. Dağın kutsallığı insanları, kendisine çekmiştir. Kübele’nin evi olarak, kayanın içine oda oymuşlardır. Kübele doğurganlığın, bereketin simgesi olduğu için kadın ve çoğunlukla da gelin olarak bilinmiştir. Kızılca İn Kayası da, böyle bir kutsallığı olan kava kütlesi olmalıdır. Ayrıca. Halaköyü yakınlarında Gelin Kayası olarak da anılan, bir başka kaya kütlesi Frig kültürü olarak hala yaşamakladır.

Helenistik dönemle ilgili küçük bir kap parçası. Hasan Öreni mevkiinde, dere kenarı yarmasında bulunmuştur.

Son Bergama Kralı III. Attalos’un topraklarını ve hazinesini Roma halkına bağışlamasıyla Anadolu’nun batısı Roma egemenliğine girmiştir. Vasiyet yoluyla Roma egemenliğine giren Anadolu’da başlangıçta Helen geleneklerine bağlı kalınmıştır. Roma’nın en güçlü döneminde bile bu kültür etkinliğini göstermiştir

Roma Döneminde önemli bir yerleşim merkezidir. Prof. Dr. Thomas Drew-Bear’a göre Çayhisar yakınlarında Hisar Tepe’de olduğu yerde Cidyessus önemli bir Roma şehri vardı. Para basmıştır. Bazı araştırmacılar bu şehrin Küçük Höyük’te olduğunu söylerler.

Lala Sinan Paşa Camisinin duvarında Roma Dönemine ait kitabe (M.S.2 asır) (Tazlar dan getirilmiş)

Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasından sonra, İstanbul Boğazındaki eski Byzanstion şehri M.S.330’da Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkent olmuş ve şehrin kurucularından Roma İmparatoru Konstantin’’in adı verilerek Konstantinopolis olarak ismi değiştirilmiştir. Bin yıllık bir dönemi kapsayan Bizans dönemi sanatının gelişmesinde, yerel sanatın büyük etkileri olmuştur. Roma sanatı geleneğinin Hıristiyan düşüncesini getirdiği yeni unsurlarla karışması ile yeni bir sistem gelişmiştir. Yeni sanat sistemi ortaya çıkmıştır Bizans Döneminde idare merkezi idi. Çevrede cami, çeşmelerde bulduğumuz mimari parçalar bunu gösterir. Çevredeki büyük bir kiliseden toplanan mimari parçalar.

Ahmet Paşa Camisi duvarında Rozetli kilise panoları (Tazlardan getirilmiş)

İslami Dönem: 1071 Malazgirt Zaferinden çok önce Kursuk ve Basık adlı iki Türk komutanı Erzurum’u geçip. Karasu-Fırat Havzasını aşarak Malatya’ya kadar gelmişlerdi. Buradan Çukurova’ya indiler. 1048’de Erzurum’u, 1057 ‘de Malatya’yı, 1059’da Sivas’ı, 1064’de Kars’ı, 1067’de Kayseri’yi, 1068’de Konya’yı alıp Akşehir, Bolvadin’i alıp Afyon Kalesi’ne dayandılar. Sinanpaşa Ovasına kadar geldiler. Türk akıncıları 1071 yılına kadar birkaç defa Akşehir’e kadar gelip gittiler. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra bu bölgeler Türklerin eline geçti. Eskişehir’in Sivrihisar İlçesine Gücek Köyü camisinin minaresindeki H.570/M.1174 tarihi bu bölgenin XII. asrın başlarında kesin olarak Türk Yurdu olduğunu gösterir.

Ebu el-Fida’nın tespitlerine göre, XII. asırda Antalya’nın kuzey batısında Denizli’nin Dağlarına, Menderes havalisinde 200.000 çadır halkı Aşiretin yaşadığını söyler. Eskişehir civarında 100.000 fazla Türkmen akını olmuştur. Aynı yüz yıl içinde yerleşik hayata geçmişlerdir.[1] Aynı devirde Suriye, el-Cezire, İran, Irak ve Azerbaycan’da kesif Türk kitleleri vardır. Bizans Tarihçisi Anna Comneus “Alexia” isimli eserinde Anadolu’da Aşiretlerin karınca Sürüsü gibi kalabalık olduklarını belirtir.[2] İbn-i Sait el Mağribi’nin tespitlerine göre Denizli ve Menderes Havzasında 200.000 çadır, Kastamonu ve Ankara yöresinde 30.000 çadır Aşiret olduğunu yazar. Ayrıca Uludağ’dan Tarsus’a kadar uzanan hat üzerinde ve Batı Anadolu Dağlarında kalabalık çadır halkı bulunuyordu.[3] Al-Umarî’ nin tespitine göre 14. asırda Denizli Bölgesinde 200.000 çadır, Kastamonu ucunda 100.000 çadır, Kütahya’da 30.000 çadır Aşiret yaşıyordu.[4] Selçukluların çöküşü sırasında Türkmen boylarının akını daha da arttı. Moğolların önünden “sel gibi akan” Türkmen    Boyları bilhassa Batı Anadolu’ya Bizans hudutlarına kadar geldiler. Devrin kaynaklarına göre 3 milyon.

Malazgirt savaşını takiben on yıl içerisinde Anadolu’yu istila et­mişler Marmara’ya kadar uzanmışlardır. Anadolu Selçukluları zamanında göç, daha da hızlanmış, yerleşim daha da çoğalmıştır. Anadolu’daki yerli halk hâkimiyetleri altına girmiştir. Çünkü Oğuzlar kültür, sosyal yaşam ve teşkilatçılık yönünden yerli halktan daha da üstündü. Doğuda, Cengiz tehlikesinin belirmesi ve 1243 Kösedağ Meydan Muharebesi, Oğuzların Anadolu’ya göç dalgalarını hızlandırmıştır. Oğuz’un, her boyundan aşiret­ler gelmiş yerleşmiştir. Karabağlı bir Türkmen beyi olan Selahaddin Eyyübi’nin ataları güneye inmiş, Suriye’de Eyyübiler Devletini kurmuş, bu Oğuz devleti uzun yıllar hüküm sürmüş, müslümanları haçlı tehlikesinden koru­muş ve kurtarmıştır.

Bu göçler, yalnız Selçuklu dönemiyle kalmamış, Osmanlılar döne­minde de XV. yüzyıla kadar devam etmiştir.

Anadolu’ya gelen Türkmen-Yörük ismi ile anılan Oğuz boylarının büyük bir kısmı Orta Asya’daki yaşantısını Anadolu’da da sürdürmüştür. Yazın yaylaya çıkmış, kışın ovaya inmiştir. Bu gezgin yaşam, bu konar-göçer hayat 1691 Genel Aşiret İskânına kadar devam etmiştir. Devlet, bu aşiretlerin iskâna zorladığı zaman yer yer isyanlar çıkmıştır. Güneyde Dadaloğlu, Kozanoğlu, lnaloğlu, Tekelioğlu bu tür isyanlardandır.

Şer’i Mahkeme kayıtlarında rastladığımız belgelere göre bu gezici aşiretler nüfusu 5–10 bine varan kalabalık bir kitle halinde ağırlıklarıyla bir taraftan bir tarafa her mevsim göç etmişlerdir.

Selçuklular zamanında Karahisar Devlet vilayetine bağlı bir kadılık olarak görüyoruz.

Bolvadin, Barçınlı(Bayat), Çay, Çölabad, Karamık, Nevahi Barçınlı, Sandıklı, Sinanpaşa, Şuhut, Oynaş

Afyonkarahisar yöresi, Yıldırım Bâyezid tarafından Osmanlı idaresine katılmış, ancak Ankara Savaşı’ndan sonra tekrar Germiyan hükümdarı II. Yakııb Bey’in eline geçmiş ve nihayet 1428’de Yakub Bey’in vefatı üzerine, vasiyeti gereğince kesin olarak Osmanlı idaresine girmiştir1. Afyonkarahisar bölgesi, Osmanlı idaresine geçtikten sonra bir sancak haline getirilerek Anadolu eyaletine bağlanmış ve “Karahisâr-ı Devle”, “Karahisâr-ı Sahip” veya “Karahisar” sancağı isimleriyle anılmıştır. Sancak, Anadolu eyaletine bağlı olma niteliğini XVI. yüzyılda da sürdürmüştür. 1521–1522, 1523–1526, 1527, 1529–1530- ve 1550–1551 tarihli sancak tevcih defterlerinde ve bu yüzyılda tutulan bütün tahrir defterlerinde Karahisar veyahut diğer ismiyle Karahisâr-ı Sahip Sancağı hep Anadolu eyaleti sancakları arasında yer almıştır.

Sincanlı bölgesi Osmanlı Devleti döneminde bazen Karahisâr-ı Sâlıib Sancağı’nın merkez kazası olan Karahisar kazasının nahi­yesi durumunda olmuş, zaman zaman da Sincanlı kazası ismi ile doğrudan sancağa bağlı kazalar arasında yer almıştır.XVI. yüzyılın başlarında Afyonkarahisar ve çevresi Karahisar Sancağı olarak Anadolu Eyaletine bağlı iken Karahisar, Barçınlı, Bolvadin, Çola, Şuhut, Oynaş ve Sandıklı isimlerinde yedi kazadan oluşmakta idi. Sincanlı bölgesi ise bunlardan Karahisar kazasına bağlı bir nahiye niteli­ğinde idi1Karahisar’ın II. Bâyezid (1481–1512) Dönemindeki idari taksimatı

II. Beyazıd Dönemi Karahisar Sancağı kaza ve nahiyeleri

Kazalar

Karalı işar Barçınlı Bolvadin Çola Şuhut Oynaş Sandıklı Nahiyeler ŞehrabadKırhisar Sincanlı Çay Elçi

Yavuz Sultan Selim’in saltanatının ilk yıllarında tutulmuş, H.919/M.1513 tarihli Anadolu vilâyetine ait bir kadı defterinden, II. Bâyezid Dönemi’ndeki kadılıkların Yavuz Sultan Selim zamanında da Çola hariç aynen mevcudiyetini devam ettirdikleri anlaşılmaktadır. XVI. asırda Ulu Sincanlıya bağlı 55 köy vardır.XVI. asırda Kiçi Sincanlıya bağlı 8 köy vardır.

Akçahisar Akçapınar Akviran Bal Mahmut Başlar Bayat Bazlamaç Bolca Boyalı Çat Öyük Çay Hisar Çobanlu Çoban Özü Derecik Düz Ağaç Farsak Gedüklü Göynük Viran Gezler Güney Hacı Paşa Halil Hasan Hızır Hacı İlbulak İpek Karacaviran Kara Viran Kaya Dibi Kılız Arslan Kılıç Kınalu Kızılca Kırka Kuman Küçük Öyük Küleflü Mihail Oğlakcı Oğuz Öğrücek Öğrücek-diğer Paşa Saraycık Seydi Sinir Susuz Sülümen Taysu Tazlar Dodurga Ulubük Ulu Öyük Yenice Yontman Derecik Karsak Kızıl Ağıl Koz Ağcılar Mahmarı Kethüda(Hisar) Savran Hisar Tokuşlar Bu tarihte Karahisar XVII. asra kadar Sincanlı Ulu Sincanlı ve Kiçi-Sincanlı nahiyeleri olarak Karahisâr kazasına bağlı kalmıştır. Söz konusu nahiyeler, şehir anlamında bir merkezi bulunmayan, belli bölgelerdeki kır iskân merkezlerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan idari birimlerdir.XVI. yüzyılda Karahisâr kazasına bağlı bir nahiye durumunda olan Sincanlı, XVII. yüzyılda müstakil kaza olmuştur. Sincanlı XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Sincanlı kazası olarak (Karahisâr-ı Sahil) Sancağı kazaları arasında yer almıştır.Şeriye sicil defterlerindeki kayıtlara göre, XVII. yüzyılın sonunda Karahisâr-ı Sahip kazasına bağlı Şehrâbâd nahiyesi ve Sincanlı nahiyesi; Sincanlı kazasına bağlı Kiçi-Sincanlı nahiyesi bulunmaktadırKarahisâr-ı Sahip Sancağı, 1839’da Hüdâvendigâr adı altında teşkil edi­len eyaletin içinde sayıldı. Önceleri merkezden tayin edilen sancak beyleri tarafından idare edilmekte iken, bu tarihte kaymakamlık, 1867’de mutasar­rıflık olarak idare teşkilatındaki yerini korudu”.Kaza yapılanmasında ise XIX. yüzyılın ilk yarısında herhangi bir değişik­lik olmamış, 1853’e kadar aynı yapılanma devam etmiştir. H. 1264/M. 1848 tarihli sicil defterlerinde yine Sincanlı ve Ulu-Sincanlı nahiyelerine dair kayıtlar mevcuttur1.Ancak H. 1270/M. 1853/54 senesine ait kazaların tahminî mahsulât miktarları ile kaza nüfuslarını gösteren bir deflerden Geyikler (Dinar), Şeyhli, Dazkırı ve Çal civarının Karahisâr-ı Sahip Sancağı’na dahil edilerek yeni kazalar ihdas edildiği anlaşılmakladır.H.937/M.1530 yılında Ulu Sincanlı Kazasına bağlı Tazlar Köyü 30 hanede 39 nefaren oturuyordu. Bu da köyün 1530 yılında nüfusunun 500 kişi olduğunu gösterir. Bu tarihte Tazlar 1913 akçalık zengin bir köydür.Bu gün Tazlar Sinan Paşa ilçesinin en güzel köylerinden birisidir.

Kaynak Wikipedia / Hazırlayan: Dr. Muharrem BAYAR